DÜŞÜNCE KALKMAYI BİLMELİSİN
Dün gece bir Martial Arts (uzak doğu dövüş sanatları) filmi izledim. Ne zaman kendimi enerjisiz hissetsem yada moralim bozuk olsa öyle bir film seçerim.
Jackie Chan’ı yada Jet Li’yi ezelden beri severim. Özellikle Jackie Chan, Martial Arts filimlerinin Charlie Chaplin’idir. Sanatını ve bilgisini insanları güldürmeye adamıştır.
Ayrıca her Martial Arts filimlerinde felsefi yani düşündürücü ve öğretici ayrıntılar vardır.
Bunlardan biri yukarıda paylaştığım sözdür: “İyi bir öğrenci olmak istiyorsan, düşmeyi öğrenmelisin!”
Bu sözü usta öğrencisine söylüyor. Öğrenmek için ilk önce düşmeyi bilmelisin. Düşmekte bir derstir. İlk önce düşmen gerekiyor ki daha güçlü ayakta dura bilesin. Eğer tekrar düşersen düşmeni kontrol edebilirsin. Daha hafif düşersin ve ayağa kalkman daha çabuk olur.
Hayatta da bu geçerlidir.
Düşe kalka büyürüz. Düşe kalka hayatta yürürüz. Bazılarımız düştüğünü anlar ve hemen kalkmasını bilir. Bazılarımız biri bizi kaldırsın diye bekler. Sanki beyaz atlı prens misali; biri gelsin beni kurtarsın.
Çocukluğumda annemin sözleri hala kulaklarımda çınlar; “kendin düştün, kendin kalk”, yada “koşmasını biliyorsan, düşüp kalkmasını da bileceksin”.
Eğer bir yerime bir şey olmadıysa, gelip bana yardım etmezdi. Kalkmamı bekler ondan sonra yola devam ederdik.
Aynı “dersi” çocuklarıma uyguluyorum. Eğer canları çok yanmışsa, o zaman sadece elimi uzatıyorum ki, ondan güç bulup kendilerini yukarı çeksinler.
Ondan sonra yaraları sarmaya ve kalkınmaya bakıyoruz, yani birbirimize sarılıyoruz.
Canımız çok yandığında, üzüldüğümüzde, büyük travmalar, yani bedenimizde yada ruhumuzda etkiler, hatta kalıcı etkiler yaşandığında, ilgi ve sevgi bekleriz. Yalnız ilgi ve sevgi kısa vadeli yaramızı sarar ve o sargılar bir süre sonra yetersiz kalır. Sürekli ve sürekli yeni sargılar gerektirir.
Gördüğümüz ilgi ve sevgi hep yetersiz kalır, ve daha çok ilgi ve sevgi peşinde koşarız.
Oysa yaşadıklarımızdan dolayı düştüğümüzde, hiç kimseye muhtaç olmadan, kendimiz kalkmayı bilirsek, işte o zaman ilgi ve sevgiyi kendimiz kendimize veririz. Kendimizi başarımızdan dolayı kutlar ve onurlandırırız. Bunun ile mutlu oluruz.
Başkalarının bize verdiği kısa sürelik mutluluğa tutunmayız.
İşte düştün mü kalkmayı bilmek bu demektir.
Bu konu ne kadar da uzak doğu dövüş sanatı ile başlamış olsada, o kadar da islam felsefesine çok yakındır.
İslamda Allah’a sonsuz güvenmek yani tevekkül etmek vardır. Ondan başka yardımcın olmayacağına ve ondan gelen her şeye razı olacağına.
Bu sanki ustanın öğrencisini yere düşürüp “iyi bir öğrenci olmak istiyorsan, ilk önce düşmeyi bileceksin” demesi gibi.
İlk önce kendini ustana teslim edeceksin. Yani Allah’a. Onun öğretisine razı olacaksın. Yani kadere. Onun sanatına güveneceksin. Yani Allah’ın irade, takdir ve emirlerine. Ondan sonra ancak ondan öğrenebilirsin. Yani hayatta nasıl mücadele edeceğine dair.
İnananlar düştüğünde ilk önce ne yapar? Dua ederler. Dua onlara güven verir. O güven güç verir. Ve o güç ile ayağa kalkarlar. Dua etmek ve istemek, hayal etmektir. Hayal edip, kolları sıvamak ile istediğin gerçek olur.
İşte hayatta ne kadar düşersen, o kadar hayal edersin ve o kadar da kalkmasını bilirsin.
Bilmem anlatabildim mi… 😉
Ayrıca islam felsefesinde, yada tasavvuf felsefesinde “drunken master” yani sarhoş ustanın da yeri vardır. “Sarhoşluk” Allah’a olan aşkı misal eder, ustalarda mürşidlerdir. Mürşidler üst mertebelere ulaşmış yol gösterenlerdir, pir yada şeyhtir; yani öğretmenlerdir.
Bu öğretmenlerin ilk öğretisi “ego ve kibiri” düşürmektir, onlardan arınmaktır.
“Ben” olmaktan “biz” olmaya giden yol “düşerek” gidilir.
Ama isterseniz bu konuyu başka zaman konuşalım.
Son sözüm şu olsun:
Düşmekten korkmayın ama ayağa kalmayı da bilin.
Sevgiyle kalın.
Cihan Saygın
08.08.2021
Comments